TOPLULUK, TOP, LULUK, LULU,KKKKHKKHH

Ne alla seversen bu ya? Yeni moda bişeydir gidiyo…Orada topluluk, burada şurada topluluk lafları eveleniyor geveleniyor.

Topluluğun sözlük anlamıyla başlayalım derim. En sevdiğim başlangıçlar böyledir benim. ‘Söz’lük. Sözleri barındıran kap. Sözleri saklayan nesne, sözlerin aktarımını sağlayan araç… Sözlük, suluk gibidir yani. Suyu taşıyan kap. İçinden su içtiğimiz nesne. Suyun bir yerden bir yere taşınmasını sağlayan araç gibi… Sözlük iyidir. Sözlük anlamıyla başlamak bir kavramı anlatmanın en kuvvetli yoludur.

Topluluk, top etrafında bir araya gelen bir takım canlı cansız varlıkların tamamına denir. Ben sözlüğün elçisiyim. Elçiye zeval olmaz, olmaz da kime olur? Top, menşei bilinmeyen bir oyun aracı, içinde yaratıcılığın bin çeşidini saklı tutan, insan evladının çocukluk dönemine referans veren bir nesne, insanı, gördüğünde zamanda yolculuk yapmaya teşvik eden bir araç adeta.

Top için söz hakkı doğdu, şimdi topluluğun öznesi olan top’a kulak verelim.

Ben bir topum.

Kimi zaman plastik, kimi zaman deri, kimi zaman da keçeden bir top.Tanımlanamaz bir şeklim var. Önüm, yanım, altım, üstüm hep bir, hep eşit. Koşullar elverirse sonsuz hareket etmek gizil gücümdür. Neşeliyimdir, oyunbazımdır haliyle… Çocukları peşimden koştururum, oraya buraya zıplayan bir yanım da vardır, yerde sürünen ve havada uçan yanım da… Renkli kişiliğim, çeşitli boylarım ve tarif edilmez bir çekiciliğim vardır. Birçok diğer nesne beni taklit eder. Dünya gibi… Dünya bile hatta daha da ileriye gidiyorum Güneş bile bana imrenmiştir. Evrende hiçbir şey benim kadar renkli, neşeli, hayat dolu, hareketli ve oyunbaz olmamıştır. Ben vazgeçilmezim ben bir topum.

Evet topa yeterince söz hakkı verdik. Ne diyorduk? Topluluk değil mi?

Topluluk neşe, oyun, hayat, eşitlik, gizil hareket gücü, çeşitlilik etrafında olan enerjidir. Bazen insan suretine bürünür bu enerji, onca insanı bir araya getirir, adeta mıknatıslar.

Toplulukta yaşama deneyimi kaç yaşında olursa olsun insanı yeniden ana rahminden çıkmaya zorluyor bence. Kimileri önce sevilmeye açıyor kendini, üzerindeki bütün kıyafetlerle, makyajla, kafasındaki sayısız ezberle, öğretiyle, düşünce ve inançla dahi sevileceğine dair bir inanç gelişiyor yüreğinde. Bırakıyor kendisini “topluluk ananın” kucağına. Sevgiyle sarmalandığında yavaş yavaş buzlarının eridiğini, kıyafetlerini değiştirmek istediğini, makyajının akıp gittiğini, öğretilerinin yerine başkalarının gelip yerleştiğini, ezberlerinin dönüştüğünü gözlüyor. İzleyici olur toplulukta bazen insan, özenir bu sevgiye içten içe ama ne verebilir ne alabilir ki! Uzaktan izler ana rahmine geri dönmeyi seçenleri. Onlara bakar, kendine bakar… Dokunur yüzüne bir cesaret, maskelerini fark eder, makyajının altında daha önce hissetmediği dudaklarını, kulaklarını, gözlerini hisseder. Hiç kolay olmaz bu fark edişler, hiç de hızlı olmaz soyunmak, arınmak, derin kuyulara ip salmak. Derin kuyulara ip salmaktır toplulukta yaşamak…

Ana kucağından topluluğun çemberine girişe kadar geçen yıllarda üzerine yapışan ne kadar sıfat varsa tek tek yüzleşmektir, bir bir ayıklamaktır onları, seninle büyümüş, seni büyütmüş, çevrende kim varsa onların sorularını da yüzlemektir, yaratıcı yanıtlar bulmaktır… Sadece kendini değil, doğduğun dünyayı, varlık sebebini, tabiat kanunlarını, toplumu, siyaseti, açlığı, yokluğu, bir paraya satılan aşkı, yıkıcı iktidarı, görülmüş görülmemiş bütün soytarılıkları ve bütünün parçası olduğumuzu kavrayıp kabul edebilmek… Kolay iş mi kabul etmek? Ancak bir aradaysak mümkün, birlikteysek mümkün kabullenmek!

Bütün bunları diyorum diyorum da… İnandığım için diyorum. Sevildiğim için diyorum. Sevilip, sarmalandığım, soyunabildiğim hala soyunmadığım birçok şeyim olduğu için diyorum.

*

Burcu’nun Oyunu

Bir oyun oynayalım dedim kendi kendime.
Oyunun ismi “tanı, kulak ver, hisset”.

Tam şu anda ne yapıyorsun?

Hangi ses çalınıyor kulağına?

Tanıdığın zaman etrafına, ilk ne çarpıyor gözüne?

Burnundan giren nefesi fark et, hangi koku eşlik ediyor nefesine?

Bugünlerde ne şaşırttı, ne heyecanlandırdı, ne mutlu etti seni? Bugünlerde seni üzen bir şey oldu mu?

En yakın ağaca ne kadar uzaksın? Nasıl bir ağaç ola ki bu?

En son ne zaman daha önce hiç görmediğin bir kuşa rastladın?

“Komşu komşu huu” diyen oldu mu oturduğun yerde? Ne anlattın ona, ne anlattı sana?

Önce ben yanıtlayayım sonra sen…

Tam şu anda tıkır tıkır yazı yazıyorum. Bak, yazdım ve geçti işte “tam şu an”… Zamanın büyüsünü derinliklerimde hissediyorum yazarken. Hep orada olan hiç geçmeyen “an”ın yanılsamasını hatırlamama yardımcı oluyor yazmak.

Kulağımda, sobanın içindeki havayı telaşla çeken rüzgarın sesi var. Oysaki bugünlerde bize kışı hatırlatan rüzgâr ile daha yeni anlaşma yapmıştık; zamanında, yerinde ve yeterince yapacaktı ziyaretlerini. Anlamaya çalışıyorum tabiatın doğasını, ilmini. Sadece çalışıyorum…

Tam karşımda yarı aydınlık baharat kokan mutfak, sol yanımda hikâye dolabı, içinde masallar, büyüler, niyetler, dilekler, renkler, emekler, oyunlar, fallar, para kasesi, kristaller, balmumları… Daha bir yıl olmadı taşınalı ama her yerinden anı taşıyor evimizin, etrafıma şöyle bir baktığımda(tanıdığımda) o anılara dair hikayeleri görüyorum.

Geçenlerde yine soğuk olduğunda ekmeği sobada pişirmiştik, ben yemeğin sohbetine dalmış ekmeği unutmuş üstünü azcık yakmıştım. Şimdi derin bir soluk alıyorum ve soluğuma misss gibi ekşi maya eşlik ediyor.

Bugünlerde tarifi zor duygular var içimde; hafif bir telaş, hafif bir ne yapacağını bilememe hali, hafif bir heyecanla dolu kararlılık, hafif buruk bir neşe, hafif kuvvette bir iştah, hafiften hallice bir iyimserlik, hafiften hallice bir arkadaş özlemi. Bahardandır… J

En yakın ağaca 15-20 adım kadar yakınım. Üstü koyu altı parlak, altı koyu üstü parlak yapraklı, meyvesiyle kahvaltımızı şenlendiren, adına kitaplar döşenen kıymetlimiz ağaç…

Daha önce hiç rastlamadığım bir kuşu görmedim yakınlarda ama sesini işittim. İki üç gün önceydi sanırım, kulak kesildim bekledim görürüm diye ama fıstık çamının sık dikenleri arasında saklandı, çıkmadı.

Bu sabah Güllü Abla “Huu” diye ünledi, elektriğin kesilmesiyle yoğurdu da dövememiş başka iş de tutamamış bize gelmek istemiş. Gelirken de eli boş gelmedi, şu sıralar çok cömert tavukların yumurtalarından getirdi. Bahçeye, fidelere ve tohumlarımıza baktı, bir sürü tavsiye verdi, köyden haberleri iletip gitti. Öğleden az sonra ziyaret sırası bizdeydi; Refiye Teyze’ye uğradık, kırptıkları kuzu yünlerine baktık, keçe ile uğraştığımı duyunca “bize de öğret, çıraklık edeyim sana” dedi. Bu kadar güzel bir kadın en son ne zaman gördüm bilmiyorum. Sanırım kocaman gülüşü ve şirinliğiydi onu güzel yapan. Öğleden çok sonra da Yörük Mehmet Amca’ya ve Hatice Teyze’ye ziyaret yaptık. İkramları mideye, hediyeleri de çantaya doldurup eve döndük. Hep aldık hep aldık gibi görünüyor gibi geldi şimdi; önce yumurta sonra kuzu yünü en son da bal, zeytin, yağ…

Peki ne verdik? Komşuluk, komşuluk, komşuluk J

Çandır’da Burcu’nun halleri böyle bugün ve oyun da şimdilik bundan ibaret.

Hele sen de bir tanı, kulak ver, hisset…Neler oluyor, neler bitiyor, ses ver…!

Topluluk Can’dır! Büyük ailedir topluluk, gelmiş geçmiş bütün aileleri içine alır.


Yorum bırakın