ön not: yazı uzun-görsel dopingi yok-bi on dakikanızı ayırmanız gerekebilir…

 

KEDİLER VE BURCULAR

Bu hikâyede kedilerin Burcularını irdelemek istiyorum. Aslında, hani şu  insanları güldüren, eğlendiren ve oyalayan kedi görüntüleri vardır ya internette sık sık rastlanan işte aşağıdaki anlatıda adı geçen kedilerin çektiği bazı Burcu görüntüleri de vardı ama bu konuda yasal süreçlerin gecikmesinden, yazın aşırı sıcaklarından dolayı yayınlayamıyoruz. Bi zahmet üçüncü gözünüzde canlandırıverin olan bitenleri…

Kediler, genel itibarıyla insana yakın olup, kendileri gibi kalmayı, özlerinden gelen çabasızlıklarıyla başarırken, insanlar her koşulda, canlı cansız her varlıkla olduğu gibi kediler mevzu bahis olunca da biraz oynak, biraz kaypak… İnanmazsan dön de aynaya bak!

İlk kedi bir fotografik hatıradan…

Hatta Burcu’nun, sadece kedisi değil, kendisiyle ilk teması bile o kareden olabilir. Fotoğraf karesi diyoruz çünkü bir zamanlar, baskı kâğıtlarının bir kısmı köşeleri eğri kesilmiş karelerdi. Köşeleri yuvarlak olan kareler! İşte o zamanların, yani herkesin köşesinin biraz daha yumuşak olduğu yılların, burnumuzu sızlatıp bizi nostalji tuzağına kolayca düşüren sepya görüntülü fotoğrafında, bir apartman girişinde,  merdivenlerin tam dibinde, kediden tırmığı yemiş ama yılmamış bir yanağı şişkin Burcu’nun, şimdi çoktan ağaç olmuş tekire dokunuşu var. Burcu, küçük bir çocukken yemek yemeyi sevmez, ağzının içinde dakikalarca tutar, herkesin sabrını sınarmış. Yemek yerken dikkati dağılsın, sindirsin sindirmesin yeter ki ona verileni yutsun diye bahçeye, kedilerin yanına çıkartılırmış.

O Tekir zamanı geldiğinde gidiyor, kimse anlatmıyor nasıl gittiğini. Burcu’nun mamaları yine yanakta birikirken fotoğraf kareleri halâ biraz yuvarlakken geliyor beyaz kedi, hayat boşlukları doldurmada birinci! Beyaz, gelmekten çok sığınıyor bahçeye, sade bahçeye de değil apartmana… “Deniz Apartımanı” (ananesi öyle söylerdi Burcu’nun, apartman değil apartıman) 48 numara.  O zamanlar ev kedisi diye bir şey pek yok çünkü ev demek apartman demek zaten, herkesin birbirine gidip gelişi günün olağan bi parçası gibi. Herkes dememe bakmayın insan türü dışındaki her şey bahçede olmalı; istenmeyen tüylüler de, kuşlar, fareler ve bilimum karafatmalar da  ezilmesi, yok sayılması, tiksinilmesi gereken varlıklar. Burcu masumu(!), kedileri sevmeyi öğrendiği gibi bazı şeylerden tiksinmeyi de öğrendi. Tanımadığını sevmemeyi, sevmediğinden korkmayı, korkutuğunu görmezden gelmeyi veya gerekirse yok etmeyi öğrendi.

Karafatmalar demişken…! Burcular ve karafatmalar için de bir hikaye döşenmeli.

Beyaz apartman kedisinin adının Pamuk olması dışında bir olasılık pek yoktu çünkü bir zamanlar “kenarlar” yumuşak ve klasikler hep revaçtaydı; diğer kedi ismi seçenekleri henüz ana karnında vitamindi.  Yumuşacık tüylerini hatırlıyor Burcu, elinde nasıl kaydıklarını, annesinin ona dokunduğu gibi şefkatle bir başka, kendinden boyca küçük bir varlığa dokunmanın verdiği hazzı öğrendi Burcu Pamukla.

Üçüncü kediye gelsin sıra, Pamuk’un yavrusuna… Burcu’nun oncacık, miniminnacık hayatını zindana çeviren üç renkli kedinin adı yok.  Üç renkli apartman kedisi tam bir baş belası, Burcu’nun başbelası olması gereken ergenlik zamanlarına yaklaşırken gelen. Bu kedi, komün hayatını değil çekirdek aile hayatını deneyimlemek istediğinden sürekli olarak Burcu’nun eve girmeye yelteniyor.

Hava müsaitse ve ahşap doğramadan pencereler ardına dek açıksa (ki ardına dek açılmazdı onlar, pervazla aralarına ille bir şeyler sıkıştırılırdı) merdivenin üstündeki sundurmaya zıplar, oradan da doğru pencere önüne,  basa basa saksıların üzerine…Hedef belli. Gezilecek Burcu’nun evinin her köşesi.

Sabahları evden ilk çıkan Burcu’nun uykulu halini fırsat beller; geceyi geçirdiği paspasın üstünde aportta, Burcu kapıya yaklaşırken dikilir ve boşluktan içeri dalardı.  Apartmanın heyula gibi demirden kapısının önünde bekleşir, 3 santimlik boşluktan yine içeri dalardı, kapı o kadar ağırdı ki Burcu derin nefesler alır öyle açar ve bir çırpıda bırakırdı. Heyulanın her kapanışında ya binadaki herkes uykusundan uyanır ya da uyanık olduğunu sandığı zamanlarda da bir anlık derin bir rüyaya dalarlardı. O apartmanda, gerçekten uyanmış kişilerin yüzleri hep sakin, dudakları tebessümde, gözleri huzur içinde olurdu. Anmalı komşuları, İpek Teyzeyi, Mustafa Amıcayı (Burcu’nun anneannesi amca demez amıca der de ondan) Türkân ve Ayten Teyzeleri…

Kedinin hiçbir şey umrunda değildi, bütün gece kendini eyleme hazırlardı. Karşı koyulursa,  tırmıklaya, saldıra, ne pahasına olursa ille içeri girecekti. Burcu sinirlenir, korkar, ürkerdi; içten içe kedileri çok sevdiğini sanmasına ve üçrenkliyi de sevmek istemesine rağmen senelerce aralarındaki gerilim böyle sürdü; ona göre Burcu çok “normal” kedi ise bi manyaktı.

Ne yer ne içerdi inanın bilmiyorum. Su verirlerdi kediye, ekmek verirlerdi ama o zamanlar galiba mama modası daha çıkmamıştı. Balkondan bir şeyler atarlardı Burcu ve ablası, yukarıdan aşağıya…Çünkü Burcu insanının burnu bir karış havada. Yukardan yemek atmak da neyin nesidir Allah aşkına? Gerçekten, yerlere göklere sığdıramadığınız insan böyle mi yapar?

Git

Eğil

Kedinin önünde eğil

Senden temiz onun elleri, ağzının içi küfürsüz…

Neyi paylaşmak istiyorsan ver ve geldiğin yere geri dön matah bir şey yapmış gibi böbürlenmeden, apoletleri takınmadan.

Neyse ‘o zamanlar’, Burcu’nun ilahî olanla bağını iyice koparttığı, unutmanın en derin sarhoşluğuna daldığı zamanlar; hayvanların “salak”, hayvanların sadece “hayvan” olduğunu sanmaya başladığı dönemler.

Bu 3renkli kedi ölsün, gitsin diye düşündüğünü bile bilirim. Bi gün, ne olduysa işte artık, gelmemeye başladı kedi, o ağır demir apartman kapısının arasına mı sıkıştı, apartmanın bilinçaltını temsil eden kazan dairesinde farelere yem mi oldu bilinmiyor. Kedi gitti ve Burcu 3renk’in kendisine miras bıraktığı gölgeleri ile yerine geçecek “apartıman kedisini” bekledi. Çünkü olaylar böyle işliyor sanıyordu: biri gider biri gelir.

 

Apartmanın yeni bir kedisi olmadı. Bazı kediler vardı evet, ama hiçbiri ‘o sıfatı’ kazanamadı.

Sonra Burcu gitti, sonra… Derin bir iç çekti. İç çekişi öyle güçlüydü ki içine apartmanı da çekti, apartman yıkıldı, elma ağacı küstü, sonra yeller esti, yıllar geçti.

Burcu, yani ben, şimdi ben sesleniyorum. İlk kez bir köy gördüğümde 20 li yaşlarımın son çeyreğindeydim, milyonluk şehirden bir köye göçtüğümde 28 ve bir kedi ile aynı bahçeyi bırak aynı mutfağı ve birkaç günlüğüne de olsa aynı yatağı paylaştığımda hayatımda önemli değişikliklerin olduğu zamanlardı. Zorro ile tanıştık (dördüncü kedi), o küçük ve zayıftı, yalanmayı bilmezdi, öğrendi, laf dinlemeyi bilmezdi öğreNmedi. O gerçekten kedilerin efendisiydi. Halâ hayatta, arada bana selfi gönderiyor.

Kedilerin farelerle oynadığını ve oynayıp eğlencesi bitene kadar yemediğini,  parmakları sallaya sallaya, dili dişe sürttüre sürttüre “şşş” demelerin,  “yapma! in ordan”ların, ancak sen orada kedinin yanındaysan caydırıcı olduğunu, bir kangal sucuğu iki ısırıkta yiyebileceklerini filan hep ondan öğrendim. Pis, çamurlu, rezil bile olsa çok sevdim Garfield mizaçlı siyah beyazı. İleri gidip kendisini  odama hatta yatağıma aldım. Benim dışım temizdi de temiz miydi içim?  Kediler, insanların dışına değil içine bakarlar bi’ kere yavrum! En iyisi bi kediye görünmek.

Zorro’ böyle, şimdik sırada kim var bakalım bir liste yapalım:

Nar Tanesi, Raziye, Yavrular, Urla

 

NAR TANESİ

Burcu’nun kendisiyle, arkadaşlarıyla, komşularıyla ve insan evladıyla sınavı…  Gerek var mı bunca derinlere dalmaya, bu ka’d’ar da anlam yüklemeye demeyin; bir çay demleyin ve okumaya devam edin. Herkesin kedisi kendine!

Yazın harmanı bitmiş, sonbaharın tohumu çoktan çatlamış. Burcu ve arkadaşı tıngırmıngır asfalt yolda salınırken hiçliğin içinden zıpkın gibi fırlamış, koşmuş, sırtı tekir karnı beyaz onlara doğru. Bir gülme almış bizim Burcu’yu, olduğu yere çöküp karşılamış kediyi, ellerinde nar taneleri… Kedinin karnı artık beyaz değil! Yavrunun annesi, kardeşleri aranmış taranmış, iz yok. Arkadaşı ve Burcu’nun aklı bir değil beş karış havada süzüldüğünden, yükseklere çıktıkça(!) oksijen yetmezliği olduğundan peşlerine takıyorlar tekiri yani yeni adıyla Nar Tanesi’ni. Kediyle oynaşıyorlar güneşin alnında, kedi de bunlara kapılıyor anında ve ayaklarına dolanıyor, sarmaş dolaş-aşık… Hakikaten şaşırtıcı bir sahne yaşanıyor ve miyav ailesinden iz yok, etraftakiler bu kediyi daha önce hiiiç görmemiş…

İnsan-evladı işte, hele hele bu büyümüş ama aklı küçük kalmış olanları yok mu, çok severler tüylü küçük yaratıkları. Artık çocukluktaki apartman kedisi bağımlılığı mı yoksa vicdan azabı mı bilinmez. Belki de sadece şefkat sadece sevgi değil mi?! Önce arandı kedi bakım evleri, bazı kedi meraklıları, sonra bir süreliğine “neyse bizim bahçeye gelsin, evini bulana kadar” dendi.

Hikâye uzun, Burcu mütemadiyen şaşkın.

Kedi, komşulara teslim edilmiş, yiyip içiyor memnun, aradan haftalar geçmiş ve birden yeniden Burcu ve arkadaşının karşısına çıkmaya başlıyor, aradan haftalar geçiyor ve yine yolun ortasında onlara doğru koşuyor…

Hikâye uzun, kedi çok hasta… Birileri Nar Tanesi’ne bakmalı.

Eko-Evde, kedi üzerinden “doğru” ve “doğal” olanın tartışması sürüyor; etik metik, şu bu, fareler ve insanlar, insanlar ve insanlar, insanlar ve neandertaller; yarattığımız tüm karmaşa kucağımızda, kucaktaki ve ortamdaki tek masum bebek hasta.

Ev sahibinin tembihi sanki anayasanın ikinci maddesi! Giremez bu eve hiçbir kedi!

Bir kutu ile balkonda bakılıyor Nar Tanesi’ne, homeopatik ilaç mı dersin antibiyotik mi dersin hepsi deneniyor. Fakat hava soğuk… O sırada Burcu’nun kalbi çok sıcak olsa da iç korkuları, şusu busu, mazeret edilemeyecek bilinçaltı kirlilikleri ile ortam daha da soğuyor. Gece, aklı selim, bilinci açık, beynine oksijen giden dostlar geliyor, kediyi evlerine götürüyor. Gündüz  ise pek aydınlık haberler gelmiyor, Nar Tanesi cennet bahçesine gidiyor.

Sözü uzatmasak, kedinin Burcu’sunu daha fazla yormasak? Bu hikâyeye bu kadar da ehemmiyet vermesek nasıl olur?

Elbette üzerine düşündü Burcu, kendi duruşundan, fikrinden neden taviz verdiğini, niçin sorumluluk alamadığını, vicdanına sığınmadığını ve üşüyen bir canlıyı eve almadığını. Anladı ama nedenlerini, çünkülerini; kendi sesini duyabilmesi ve dışarıya da duyurabilmesi, duygularının sorumluluğunu alabilmesi biraz zaman aldı.

Arkadaşı da şöyle bir yazı yazmıştı https://icimdensohbetler.blogspot.com/2015/01/nar-tanesi-migi.html

Geçelim mi artık Raziye’ye, şifaların şifası güzelliğe?

Raziye, bunca kediden sonra, Burcu’nun hakiki göz ağrısı.

İlk evvela (Burcu’nun babaannesi hep böyle derdi “ilk evvela”…), annesi ve kardeşiyle geliyor Raziş, çok geçmeden onlar gitmeye karar veriyor. Tabii o sıralar Raziş’in adı yok… Burcu, karşılaştığı memeli dostlara isim vermekte hep çok hızlı davransa da bu kez şaşırtıcı şekilde ona sadece “kedi!” diyor. Kedi huysuuuuz, kedi hırçıııın, saldırgan ve en kötüsü ayak altında dolaşıyor;  insanı çıldırtıyor, tam bir zırdeli, hem sürekli aç hem de intihara kalkışıyor, tısssslıyor, cırmalıyor.

Burcu ki kendini kedi sever sanır, Burcu ki sıfatların en güzeline layık değil mi efenim(!), karıncayı bile incitmez  (fareler, karafatmalar karıncadan sayılmaz değil mi) bir türlü sabredemiyor; hırçınlaşıyor kediyi ayağının altında her gördüğünde, bağırıyor, çağırıyor ve daha da ileri gidip “Benden ne istiyorsun?” diye soruyor…

Haftalar geçiyor, kedi hala bahçede, kuru ekmeğe bi avuç lor peynirine talip her daim tısssslarken ziyaretçi bir dost diyor ki: “Bence o senden bir isim bekliyor”.

Burcu düşünüyor; öyle olabilir mi gerçekten?

Kedilerin Burcusu, alıyor kafasını, Pamuk’un hayal meyal görüntüsünden, tekirin cırmığından, üçrenklinin ev tutkusundan,Zorro’nun asilzadeliğinden ve Nar Tanesi’nin bıraktığı bulanık sudan geçiriyor. Nefes alıyor ve razı oluyor yeni gelene; razı ediyor Burcu’yu kedi o anda yeni ismiyle: Raziye

7 gün sonra Raziye bir kucak kedisine dönüşüyor, ayakların arasında dans etmeyi henüz öğrenemese de, o evin güvenli olduğunu, bu insanların ondan razı olduğunu seziyor adeta. Böyle olmuş olmalı çünkü mucizevi şekilde değişiyor ilişkileri. İnanmazsanız şahitlere sorabilirsiniz. Keşke video görüntülerini paylaşabilseydik sizinle tüh!

Burcu’nun şimdiler bitmek bilmez bir Raziye özlemi var; Raziş onun ilk göz ağrısı. O Burcu’ya çok güvendi, hatta onun kucağında doğurdu ilk ölü bebeğini, ikincisi Şugar’ı büyütüp de getirdi. Keçeden yuvasını da Burcu yapmıştı; son doğumu da o güzel yastığın üzerinde yapmamış mıydı? Gece (erkek) de o bebelerin arasındaydı… Gece, davranış olarak annesinin tıpatıp aynısıydı; asabiiiii, huysuuuz, ürkek, saldırgan, her daim meraklı. Annesinin kaderini de paylaştı; birkaç hafta geçti, büyüdü, güvenmenin mümkün olduğunu öğrendi ve bir kucak şımarığına dönüştü. Bu arkadaşlar orman kedisiydiler ve öyle kaldılar. Evdeki yemek artıkları, yoğurt, ekmek ile beslendiler. Kurusu yaşı mama ile tanışmadılar. Duvara çarpıp yaralanıp düşen kuşlar, yavru yılanlar, fareler, çekirgeler vardı menülerinde. Bir de çok sevgi, çok okşama, çok ilgi… Ancak anayasa hiç ihlal edilmedi, fare Dario’nun ziyareti haricinde hiç biri eve girmedi, en soğuk kış günlerinde dahi. Anladılar hayır’ı, evet’i.

Evden önce Burcu gitti…

Sonra kediler gitti…

Ama ne ormandaki ev ne kediler Burcu’nun içinden bir yere ayrılmadılar.

Burcu bu sefer de İzmir’de bir köye gitmişti… Yerleşmesinin üstünden üç beş gün geçmişti ki arkadaşlarıyla bir kedinin, evlerinin yanında doğum yapıp yavruları bıraktığını fark ettiler. Mart soğuğu var, ayaz… Yavrular daha üç dört günlük olmalılar. Annenin doğum yaptığı yer pislik doluydu, çer çöp, pul pul olmuş straforlar…

Yavru kediler canlı mıydı değil miydi?…!!! Gözleri, ağızları strafor parçalarıyla doluydu. Görüntü feciydi, kan revan… Dört yavru mu vardı? Yaşlanan Burcu’nun hafızası da pek de iyi değildi… Yavruların annesi yakında gelebilirdi belki ama onu beklemenin hiçbir anlamı yoktu.

Burcu’nun kafasındaki Nar Tanesi klasörü çoktan açılmış, içindeki kara belgeler saçılmıştı.

Üstelik henüz manifestolarına(!) eve insan dışı hiçbir canlı girmeyecek maddesi de eklenmemişti.

Yavruları bir ayakkabı kutusunda eve aldılar.

Kulak çubuğu, kantaron yağı, ılık su, pamuk, eski kıyafetler, oksijenli su hazırlandı. Yaş da olsa odunlar harlamalı sobayı. Straforlar temizlendi,  öldü ölecek haldeki kedilerden umut kesildi kesilecekti.  Telefon gerek! Kedileri iyi tanıyanları aramak…

Dediler ki onları ısıtmak yetmez, tik tak saat sesi ile annenin kalp atışını hissetmeleri gerek. Vücut sıcaklıkları normale dönsün diye dönüşümlü avuç içine alındı, Reiki verildi, dualar okundu. Bir süre sonra hepsinin kalp atışları hızlandı, miyavlar, ciyaklar gırla gitti… Saatler sonra anne aydınlık odanın kapısına geldi; yavrular, ayakkabı kutusu ile Mart soğuğunun kalbine anne kucağının sıcağına bırakıldı.  Anne hep geldi gitti yavrular bir daha görülmedi.

 

 

Sıra geldi Burcu’nun son göz ağrısı Urla’nın Burcusu’na

Burcu, seneler içinde, canlı cansız varlıkların ona bir şeyler anlatmaya, hatırlatmaya, bilen insan olma yolunda ona rehberlik ettiklerine inandı. İnanmayıp ne yapacaktı? Yaşamın, her saniyesinin karşılaştırmasız değerde eşit ama her biri eşsiz kaçınılmaz mecburi deneyim olduğunu kavradı.

Yaşam şekillendi ve Burcu kendisini İzmir’de Urla’da, aile yuvasına uzun süreli bir misafirlikte buldu. On ay geçti, on çeşitli zorluklarla örülmüş ayın sonunda bir akşam yine bir geniş aile sofrasında bahçede dolanan bir sürü kedi arasından “O” kendini belli etti. Bir takım şakalaşmalar oldu, bu kedi kalır mı gider mi, derken, günler geçti, kedi bir türlü gitmedi. Genç erkeğin daha suratının hatları bile tam yerleşmemişti, çok yakışıklıydı.

“Kesin birileri evden atmıştır. Vay vicdansızlar! “

“O kedi burada kalmasın. Beslersek gitmez!”

“Kedi sevgi istiyor, belli ki bizi ailesi olarak seçti”

“Gel psipsi gel … Gel oynayalım”

“Nerden çıktı bu kadar kedi birden?!”

“Bir sorumluluk daha istemiyorum!”

“Severseniz gitmez!”

Çok çeşitli sesler… Ailenin her bir bireyinin sesi bir kedinin gerinmesi kadar doğal olarak kendiliklerinden çıkıyordu. Her bir ses Burcu’nun içindeki olasılıklar dışında bir şey değildi; başka koşullarda başka deneyimlerle bezenseydi hayatı, Burcu’nun ses telleri bu sözcüklerle titreşirdi. Büyütmeye gerek yoktu. Herkesin huzuru sağlanmalıydı. Kediyle içten içe örülmüş bir bağ hissetse de onu sahiplendirmenin en doğru karar olduğunu söyledi Burcu aile çemberindeki sohbette. Fotoğraf çekildi, etrafa haber salındı. O zamana kadar sonsuz sevgi, su ve yoğurt ekmek verilecekti… Daha şimdiden onun da bir “sınavcık” olduğu anlaşılmıştı.  Aileyi düşünmeye, sorgulamaya,  eylemeye, daha önce hiç yapmadıkları şekillerde konuşmaya ve sorumluluk almaya yönlendiren bir öğretmendi belli.

Üç gün sonra, kediye dair salınan haberlere rağmen bir talip çıkmadı.

Ailenin dört yaşındaki insan evladı kediye çoktan bir isim takmıştı: URLA!

Urla veterinerle tanıştı, aşıları yapıldı.

Sonra bir gün Burcu’nun kucağına çıktı kedi, Burcu ona sordu içten, samimi:

Ne istiyorsun-Ne istiyorsun- Ne istiyorsun?

Miyav iki patisini birden Burcu’nun çenesine koydu, gül yapraklarının yumuşaklığıyla… Bir yüzüne, bir göğsüne, bir göğsüne bir yüzüne ah o paticikler…

Burcu baktı Urla’nın gözlerine ve kocaman, kendinden emin bir TAMAM çıktı ağzından.

Akşamki sofrada, Urla’nın sorumluluğunu üstlendiğini, aile bahçesinden ayrılana kadar onun da misafir olarak kabul edilmesini rica etti. Yeni bir tartışma olmadı, herkes yapabileceklerini, yapamayacaklarını, sınırlarını ifade etti ve hikâye böyle başladı.

Devam ediyor…

 

Hikâyenin tüm kahramanlarına sevgi, saygı ve selamla! Bir kusurumuz olduysa affola!

 


Yorum bırakın